Wednesday, December 19, 2018
CAHİLLİK DEYİNCE...
Hayat bir mücadele ve bir nevi savaş alanıdır. İyi ve akıllı insanların ise hayatlarında en büyük mücadelesi cahillerledir. Bilinmeli ki cahiliye devri tarihle kapanmadı, günümüzde cahillerle dolu çevremiz. Zülüm ise cahillikle bir sayılabilecek kadar yakındır. Cahillikle savaş, aynı zamanda maddi ve manevi zulümle yapılan savaştır. Kendi mütevazi tanımıma göre cahil odur ki öğrenmek istemez, sadece dedikoduya kanar ve karşısındakini gerçekten tanımak istemez. Cahil, dar kafasıyla kendi bildiğinin dışında hiçbirşey doğru değildir yanılgısı içinde manevi körlükte yaşar ve aklının alamadığını yok sayar, hatta düşman ilan eder. Bu özellikler cahiliyetin özüdür bence. En tehlikeli ve zararlı cahiller ise "akıllı", "kültürlü" ve "entelektüel" cahillerdir. Onlarla mücadele en çetindir çünkü şer yapmak amacıyla kurnazlıklarını had safhalara ve inanılmaz boyutlara ulaştırabilirler. Mesela sözlüklerde "cahiliye"nin ingilizcesi "ignorance" kelimesidir. Bu kelimeyi şu ifadelerle en basit şekilde Türkçeye tercüme edebiliriz: birini veya birşeyi görmezden gelme, onu yokmuş gibi sayma, her koşulda inatçı ve kalın kafalı olma, değerleri küçümeseme, yani hakikatı tanımamak ve ulvi gerçekleri es geçmek. Ezelden beri cahillere mühlet verilir, bir süre kendi cahiliğiyle rahat yaşamalarına izin verilir, ama eni-sonunda Yüce Tanrı'nın hakikatı üstün gelir ve hak yerini bulur. Cahillerin cahilliklerinde boğulmaları ve karanlığa gömülmeleri kolay olmaz, ama bu belirli vakitte gerçekleşince İblis askersiz kalır.
Wednesday, December 12, 2018
BÜLE BİR YAZİ
Bunlar ne takip edeylar herşeyımi em isteylar kontrol etsınlar her adımımi, her düşüncemi, her duygumi, her halımi, kısacası bütün hayatımi, buni yapaylar ki daha kolay oynasınlar benımle oynatsınlar beni em ruhumi yoketsınlar. E bunlar bililar bütün güzel Türkçe şarkı ve türküleri. Belki hissetmeylar bu müzikleri tam duyguyla kendi müziği gibi, ama çünkü mecburdurlar bilsınlar hep ben ne hissedim onun için ne yapsınlar mecburen bu müziklere de birtürlü alışilar. Kısa sülemek lazım ise, bu insanlar benim kulaklarımla dinleylar, ben ne dinlersem onlar da aynisıni duyaylar. Bazen insan ne zaman gereğinden aşırı derecede fazlasiyle ugraşi başka birinın mahremiyetiyle, böyle durumlar peyda oli. Benım için mesela bu şarkı ve türküler hayatımın bir parçasıdır, oysa onlar sadece benim mahremiyetimi hissetmek ihtiyacı duydukları için bütün bu güzel müziklere alışmak zorunda kalıyorlar, sevmeseler bile onlari. Biraz garip değil mi?
Bu Üsküpli Türk, ha kaldıri başıni anında sol tarafında kafasında darbe yiyor! Üsküp’te Türk’ün baş kaldırması kanunca yasakmış meğer. Kim getırmiş bu kanuni ve nasıl bir kanun bu? Bu soruyu cevaplamaya girişsem öyle darbeler alırım ki üzüntüye kapılabilirim, hatta kahrolabilirim, bu yüzden şimdilik bu bölüm böyle kalsın.
Mühim bir noktaya basıyorum: Bu yazımda (veya olası hikaye ya da romanımda) çokça yer alacak bir açı var o da şu – ben bunları yazarken aynı anda dünyada belki de milyonlarca kişi benim gözlerimle bütün şu anda yazdıklarımı görüyorlar ve büyük ilgiyle seyrediyorlar. Yani şu anda bu okuduklarınız yazılırken en az binlerce kişi tarafından nasıl yazıldığı seyrediliyor benim gözlerim yoluyla. Peki kim bu seyredenler ve böyle birşey mümkün mü? Başka birinin gözleriyle bakabilir mi insan? Bunu yapanların kim oldukları konusunu açmayacağım çünkü zaten en büyük kısmını zaten tanımıyorum ve kim olduklarını hiç bilmiyorum, bir grup kişi hariç, onlar anonim kalsın şimdilik, ileride belki adlar da yazmaya başlarım belli olmaz. Birının başkasının gözleriyle bakmasi mümkün olabilir mi, böyle birşey sorarsanız, bu Üsküpli harabati çocuk mümkün olduğuna gözleriyle ve tüm varlığıyla canlı kanıt ve delildir. Bu çocuk kendisine bu isimleri ve sıfatları takmaktan çok mutli oli: Budala, deli, abdal, alperen, miskin, biçare, aciz, kalender meşreb. Derviş ise başkalarının onunla alay etmek için kullandıkları bir sıfat oli ara sıra, ama olsun o buni da kabul edey. Bu çocuk, çocuk iken büyük gibi, büyük iken ise çocuk gibi davrani. Onun için büle yazilar yazay!
Bu Üsküpli Türk, ha kaldıri başıni anında sol tarafında kafasında darbe yiyor! Üsküp’te Türk’ün baş kaldırması kanunca yasakmış meğer. Kim getırmiş bu kanuni ve nasıl bir kanun bu? Bu soruyu cevaplamaya girişsem öyle darbeler alırım ki üzüntüye kapılabilirim, hatta kahrolabilirim, bu yüzden şimdilik bu bölüm böyle kalsın.
Mühim bir noktaya basıyorum: Bu yazımda (veya olası hikaye ya da romanımda) çokça yer alacak bir açı var o da şu – ben bunları yazarken aynı anda dünyada belki de milyonlarca kişi benim gözlerimle bütün şu anda yazdıklarımı görüyorlar ve büyük ilgiyle seyrediyorlar. Yani şu anda bu okuduklarınız yazılırken en az binlerce kişi tarafından nasıl yazıldığı seyrediliyor benim gözlerim yoluyla. Peki kim bu seyredenler ve böyle birşey mümkün mü? Başka birinin gözleriyle bakabilir mi insan? Bunu yapanların kim oldukları konusunu açmayacağım çünkü zaten en büyük kısmını zaten tanımıyorum ve kim olduklarını hiç bilmiyorum, bir grup kişi hariç, onlar anonim kalsın şimdilik, ileride belki adlar da yazmaya başlarım belli olmaz. Birının başkasının gözleriyle bakmasi mümkün olabilir mi, böyle birşey sorarsanız, bu Üsküpli harabati çocuk mümkün olduğuna gözleriyle ve tüm varlığıyla canlı kanıt ve delildir. Bu çocuk kendisine bu isimleri ve sıfatları takmaktan çok mutli oli: Budala, deli, abdal, alperen, miskin, biçare, aciz, kalender meşreb. Derviş ise başkalarının onunla alay etmek için kullandıkları bir sıfat oli ara sıra, ama olsun o buni da kabul edey. Bu çocuk, çocuk iken büyük gibi, büyük iken ise çocuk gibi davrani. Onun için büle yazilar yazay!
Friday, December 7, 2018
ÜSKÜP'TE TÜRK ÇARKIFELEK MOTİFİ
1392 yılında Türklerin Üsküp (Makedonya) fethine katılan, Üsküp'ün manevi fatihi Meddah Baba'nın mezar taşındaki çarkıfelek motifi. Haberim olduğu kadar, bu nişane halen bugün Üsküp'teki mezarında bulunmaktadır. (Sunduğum görselde mezarın ve mezar taşının bütünü değil, sadece üzerinde bulunan çarkıfelek motifi gösterilmiştir. Bu tarz çarkıfelek motifleri daha Orta Asya'dan başlayarak Anadolu üzerinden Balkanlara kadar uzanmış ve Türk sanat tarihinde çok önemli yer ve değer arz etmektedir. Bu motif Türk dünyası kültüründe sıkça rastlanır ve pek kıymetli estetik vazgeçilmezlerimizdendir).
"bî-nihâyet" HAKKINDA
"bî-nihâyet" şiir kitabımın arka kapağında yer alan, Türk edebiyatının büyük sevdalısı ve Makedonya dostu sayın Rasih Selçuk Uysal Bey'in kitabımın önsözünde yazdığı tanıtım yazısından alıntılanan kısa metni paylaşıyorum. Şiirlerim hakkında yazılan bu kısa ve özlü sözleri ilginize sunuyorum. Selçuk Uysal Bey kitabım hakkında tanıtım yazısı yazma teklifimi geri çevirmediği için kendilerine en derin saygılarımı sunuyorum. Ayrıca, kitabın yayıncısı Üsküp "Divan Yayıncılık" yayınevine ve editör Mehmed Arif Bey'e gösterdikleri yakın ilgiden dolayı teşekkürlerimi iletiyorum.
"bî-nihâyet" - YENİ ŞİİR KİTABIM
"bî-nihâyet" adlı şiir kitabım yayınlandı. Şiirlerimi okumak için zaman ayıracak olanlara şimdiden teşekkür ediyorum. Sanatın zaten en sihirli yanlarından biri bu olsa gerek - eserin okuyucusuyla buluşması. Sanatçı için en heyecan verici anlar bunlardır, eserine gösterilen ilgi müellife sonsuz duygu denizleri yaşatmak için yeterli olabilir. Sanatın bu özelliği olmazsa olmazıdır, ne kadar ticari ve populistik olmamaya gayret göstermemize rağmen.
Subscribe to:
Posts (Atom)