Wednesday, December 19, 2018
CAHİLLİK DEYİNCE...
Hayat bir mücadele ve bir nevi savaş alanıdır. İyi ve akıllı insanların ise hayatlarında en büyük mücadelesi cahillerledir. Bilinmeli ki cahiliye devri tarihle kapanmadı, günümüzde cahillerle dolu çevremiz. Zülüm ise cahillikle bir sayılabilecek kadar yakındır. Cahillikle savaş, aynı zamanda maddi ve manevi zulümle yapılan savaştır. Kendi mütevazi tanımıma göre cahil odur ki öğrenmek istemez, sadece dedikoduya kanar ve karşısındakini gerçekten tanımak istemez. Cahil, dar kafasıyla kendi bildiğinin dışında hiçbirşey doğru değildir yanılgısı içinde manevi körlükte yaşar ve aklının alamadığını yok sayar, hatta düşman ilan eder. Bu özellikler cahiliyetin özüdür bence. En tehlikeli ve zararlı cahiller ise "akıllı", "kültürlü" ve "entelektüel" cahillerdir. Onlarla mücadele en çetindir çünkü şer yapmak amacıyla kurnazlıklarını had safhalara ve inanılmaz boyutlara ulaştırabilirler. Mesela sözlüklerde "cahiliye"nin ingilizcesi "ignorance" kelimesidir. Bu kelimeyi şu ifadelerle en basit şekilde Türkçeye tercüme edebiliriz: birini veya birşeyi görmezden gelme, onu yokmuş gibi sayma, her koşulda inatçı ve kalın kafalı olma, değerleri küçümeseme, yani hakikatı tanımamak ve ulvi gerçekleri es geçmek. Ezelden beri cahillere mühlet verilir, bir süre kendi cahiliğiyle rahat yaşamalarına izin verilir, ama eni-sonunda Yüce Tanrı'nın hakikatı üstün gelir ve hak yerini bulur. Cahillerin cahilliklerinde boğulmaları ve karanlığa gömülmeleri kolay olmaz, ama bu belirli vakitte gerçekleşince İblis askersiz kalır.
Wednesday, December 12, 2018
BÜLE BİR YAZİ
Bunlar ne takip edeylar herşeyımi em isteylar kontrol etsınlar her adımımi, her düşüncemi, her duygumi, her halımi, kısacası bütün hayatımi, buni yapaylar ki daha kolay oynasınlar benımle oynatsınlar beni em ruhumi yoketsınlar. E bunlar bililar bütün güzel Türkçe şarkı ve türküleri. Belki hissetmeylar bu müzikleri tam duyguyla kendi müziği gibi, ama çünkü mecburdurlar bilsınlar hep ben ne hissedim onun için ne yapsınlar mecburen bu müziklere de birtürlü alışilar. Kısa sülemek lazım ise, bu insanlar benim kulaklarımla dinleylar, ben ne dinlersem onlar da aynisıni duyaylar. Bazen insan ne zaman gereğinden aşırı derecede fazlasiyle ugraşi başka birinın mahremiyetiyle, böyle durumlar peyda oli. Benım için mesela bu şarkı ve türküler hayatımın bir parçasıdır, oysa onlar sadece benim mahremiyetimi hissetmek ihtiyacı duydukları için bütün bu güzel müziklere alışmak zorunda kalıyorlar, sevmeseler bile onlari. Biraz garip değil mi?
Bu Üsküpli Türk, ha kaldıri başıni anında sol tarafında kafasında darbe yiyor! Üsküp’te Türk’ün baş kaldırması kanunca yasakmış meğer. Kim getırmiş bu kanuni ve nasıl bir kanun bu? Bu soruyu cevaplamaya girişsem öyle darbeler alırım ki üzüntüye kapılabilirim, hatta kahrolabilirim, bu yüzden şimdilik bu bölüm böyle kalsın.
Mühim bir noktaya basıyorum: Bu yazımda (veya olası hikaye ya da romanımda) çokça yer alacak bir açı var o da şu – ben bunları yazarken aynı anda dünyada belki de milyonlarca kişi benim gözlerimle bütün şu anda yazdıklarımı görüyorlar ve büyük ilgiyle seyrediyorlar. Yani şu anda bu okuduklarınız yazılırken en az binlerce kişi tarafından nasıl yazıldığı seyrediliyor benim gözlerim yoluyla. Peki kim bu seyredenler ve böyle birşey mümkün mü? Başka birinin gözleriyle bakabilir mi insan? Bunu yapanların kim oldukları konusunu açmayacağım çünkü zaten en büyük kısmını zaten tanımıyorum ve kim olduklarını hiç bilmiyorum, bir grup kişi hariç, onlar anonim kalsın şimdilik, ileride belki adlar da yazmaya başlarım belli olmaz. Birının başkasının gözleriyle bakmasi mümkün olabilir mi, böyle birşey sorarsanız, bu Üsküpli harabati çocuk mümkün olduğuna gözleriyle ve tüm varlığıyla canlı kanıt ve delildir. Bu çocuk kendisine bu isimleri ve sıfatları takmaktan çok mutli oli: Budala, deli, abdal, alperen, miskin, biçare, aciz, kalender meşreb. Derviş ise başkalarının onunla alay etmek için kullandıkları bir sıfat oli ara sıra, ama olsun o buni da kabul edey. Bu çocuk, çocuk iken büyük gibi, büyük iken ise çocuk gibi davrani. Onun için büle yazilar yazay!
Bu Üsküpli Türk, ha kaldıri başıni anında sol tarafında kafasında darbe yiyor! Üsküp’te Türk’ün baş kaldırması kanunca yasakmış meğer. Kim getırmiş bu kanuni ve nasıl bir kanun bu? Bu soruyu cevaplamaya girişsem öyle darbeler alırım ki üzüntüye kapılabilirim, hatta kahrolabilirim, bu yüzden şimdilik bu bölüm böyle kalsın.
Mühim bir noktaya basıyorum: Bu yazımda (veya olası hikaye ya da romanımda) çokça yer alacak bir açı var o da şu – ben bunları yazarken aynı anda dünyada belki de milyonlarca kişi benim gözlerimle bütün şu anda yazdıklarımı görüyorlar ve büyük ilgiyle seyrediyorlar. Yani şu anda bu okuduklarınız yazılırken en az binlerce kişi tarafından nasıl yazıldığı seyrediliyor benim gözlerim yoluyla. Peki kim bu seyredenler ve böyle birşey mümkün mü? Başka birinin gözleriyle bakabilir mi insan? Bunu yapanların kim oldukları konusunu açmayacağım çünkü zaten en büyük kısmını zaten tanımıyorum ve kim olduklarını hiç bilmiyorum, bir grup kişi hariç, onlar anonim kalsın şimdilik, ileride belki adlar da yazmaya başlarım belli olmaz. Birının başkasının gözleriyle bakmasi mümkün olabilir mi, böyle birşey sorarsanız, bu Üsküpli harabati çocuk mümkün olduğuna gözleriyle ve tüm varlığıyla canlı kanıt ve delildir. Bu çocuk kendisine bu isimleri ve sıfatları takmaktan çok mutli oli: Budala, deli, abdal, alperen, miskin, biçare, aciz, kalender meşreb. Derviş ise başkalarının onunla alay etmek için kullandıkları bir sıfat oli ara sıra, ama olsun o buni da kabul edey. Bu çocuk, çocuk iken büyük gibi, büyük iken ise çocuk gibi davrani. Onun için büle yazilar yazay!
Friday, December 7, 2018
ÜSKÜP'TE TÜRK ÇARKIFELEK MOTİFİ
1392 yılında Türklerin Üsküp (Makedonya) fethine katılan, Üsküp'ün manevi fatihi Meddah Baba'nın mezar taşındaki çarkıfelek motifi. Haberim olduğu kadar, bu nişane halen bugün Üsküp'teki mezarında bulunmaktadır. (Sunduğum görselde mezarın ve mezar taşının bütünü değil, sadece üzerinde bulunan çarkıfelek motifi gösterilmiştir. Bu tarz çarkıfelek motifleri daha Orta Asya'dan başlayarak Anadolu üzerinden Balkanlara kadar uzanmış ve Türk sanat tarihinde çok önemli yer ve değer arz etmektedir. Bu motif Türk dünyası kültüründe sıkça rastlanır ve pek kıymetli estetik vazgeçilmezlerimizdendir).
"bî-nihâyet" HAKKINDA
"bî-nihâyet" şiir kitabımın arka kapağında yer alan, Türk edebiyatının büyük sevdalısı ve Makedonya dostu sayın Rasih Selçuk Uysal Bey'in kitabımın önsözünde yazdığı tanıtım yazısından alıntılanan kısa metni paylaşıyorum. Şiirlerim hakkında yazılan bu kısa ve özlü sözleri ilginize sunuyorum. Selçuk Uysal Bey kitabım hakkında tanıtım yazısı yazma teklifimi geri çevirmediği için kendilerine en derin saygılarımı sunuyorum. Ayrıca, kitabın yayıncısı Üsküp "Divan Yayıncılık" yayınevine ve editör Mehmed Arif Bey'e gösterdikleri yakın ilgiden dolayı teşekkürlerimi iletiyorum.
"bî-nihâyet" - YENİ ŞİİR KİTABIM
"bî-nihâyet" adlı şiir kitabım yayınlandı. Şiirlerimi okumak için zaman ayıracak olanlara şimdiden teşekkür ediyorum. Sanatın zaten en sihirli yanlarından biri bu olsa gerek - eserin okuyucusuyla buluşması. Sanatçı için en heyecan verici anlar bunlardır, eserine gösterilen ilgi müellife sonsuz duygu denizleri yaşatmak için yeterli olabilir. Sanatın bu özelliği olmazsa olmazıdır, ne kadar ticari ve populistik olmamaya gayret göstermemize rağmen.
Saturday, September 22, 2018
TEKBAŞINALIK
balıklar havalanmış uçmakta
kuşlar suyun içinde yüzmekte
memeliler başka gezegende
insanlar birbirini yemiş
devrim yapacak kalmamış
evrim geçiriyor henüz
yaratılmamış canlılar
sadece bana kalmış tüm bu gezegen
çok tuhaf değil mi
bütün dünyada bir tek ben
kimsesiz bir hayat
başkaları namevcut
yollar bile yokolmuş
havayı soluyan tek ben kalmışım
kimse yok nereye baksam
sadece ben sadece ben
acayip bir boşluk sarmış her tarafı
bana bahşedilmiş tekbaşınalık
kuşlar suyun içinde yüzmekte
memeliler başka gezegende
insanlar birbirini yemiş
devrim yapacak kalmamış
evrim geçiriyor henüz
yaratılmamış canlılar
sadece bana kalmış tüm bu gezegen
çok tuhaf değil mi
bütün dünyada bir tek ben
kimsesiz bir hayat
başkaları namevcut
yollar bile yokolmuş
havayı soluyan tek ben kalmışım
kimse yok nereye baksam
sadece ben sadece ben
acayip bir boşluk sarmış her tarafı
bana bahşedilmiş tekbaşınalık
Saturday, May 19, 2018
MAKEDONYA TÜRKLERİNİN KÜLTÜR HAYATINDA YENİ VE HOŞ BİR KANATLANMA
(Bu yazıyı 19 mayıs 2018 tarihinde Üsküp “Mala Stanitsa” Kültür evinde düzenlenen genç Makedonyalı Türk resim sanatçılarının toplu sergisinin açılışında okudum)
Şu anda genç Makedonya Türk ressamlarının ilk defa bir toplu sergisine katılıyoruz ve bu sebepten kültürümüz adına tarihi önemden bir sanat olayına tanıklık etmekteyiz. Sadece hatırlayalım, şimdiye kadar ilk ve tek Makedonya Türk ressamlarının toplu sergisi 1995 yılında Daut Paşa Hamamında Bedi İbrahim, Gazanfer Bayram, Yakup Hayro, Mustafa Asim ve İsmet Ramiçeviç’in eserleriyle düzenlenmişti.
Bugün, burada buluşup toplanmamızın sebebi olan genç sanatçılarımızın adlarını teker teker sayayım: Ertunç Sali (karakalem sanatçısı), Neslihan Süleyman (karakalem sanatçısı), Samir Karahasan (karakalem sanatçısı), Amir Karahasan (heykeltraş), Ceyda İbrahim (heykeltraş), Burcu Musli (karakalem sanatçısı), Erzana İslam (tuval üzerine yağlıboya), Şener Halil (karışık teknik) ve Orhan Kamilov (karakalem sanatçısı). Bu yetenekli genç santçıların toplu sergisinin açılış tanıtımının bana düşmesi beni sevinçli ve mutlu kıldığını belirtmek isterdim.
Ben sanat tarihçisiyim, ama burada sergilenen resimlerin ve ressamların ayrı ayrı değerlerine ve özelliklerine ayrıntılı olarak değinmeyeceğim, bu güzel ve nadir olayı daha geniş bir perspektiften, daha genel ve umumi bir bakışla ele almaya çalışacağım. Daha geniş bir çapta ve farklı açılardan bakarak sergiye katkımı sunmaya çaba göstereceğim. Çünkü bilindiği üzere sanat tarihi bilimi sadece sanatın gelişmi için önemli değil, aynı zamanda insanlık tarihinin asırlar boyunca geçirdiği evreler boyunca insanın faal olduğu diğer sahalarla da sıkı bağlıdır. Diğer sanatlar ile bilim dallarına da yeni keşifler için ipuçları vererek, onları da kapsayarak, sanatdışı meselelerde de aydınlatıcı olabiliyor. Mesela etnoloji, tarihyazımı, sosyoloji, arkeoloji, v.s. Bu yüzden bu sunumum beklendiği gibi olmayabilir.
Makedonya toprağında Türk sanatının kökleri şimdiye kadar bilindiği gibi Osmanlıyla başlamıyor, Osmanlıların buraya gelişinden çok daha önce başlıyor. Osmanlı’dan çok daha eskilerden beri buraya yerleşen Türk kavimlerine mensup atalarımız bu topraklarda sanatsal ve görsel içgüdülerini dışa vurmuştur. Ne yazık ki bu eski dönemlerden örneklere pek nadir rastlanabilir. Şimdiye kadar tanınan bulgular arasında, sadece taşlara çizilen damga çizimleri bugüne ulaşmıştır.
Osmanlı dönemine geçince, bu dönemde resim sanatı elbette varolmuş, ancak mimari ve şiir kadar rağbet görmemiş, yeterince önem verilmemiş. Bu noktada bir istisna var, o da Makedonya’da kaleme alınan el yazma edebiyat eserleri kitaplarının sayfalarında, sıkça olmasa da, resim sanatı, yani milli sanatımız olan minyatür diye bilinen resim uslubunun örneklerine rastlayabiliriz. Bu elyazmalarındaki Türk resim sanatı eserleri Makedonya Türk sanat mozaiğimizin çok önemli birer taşçığıdır. Eski ve en yeni sanatımızın gerçek Sanat Tarihi maalesef hala yazılmamış olmamasının üzüntüsü içindeyiz. Sanat tarihi açısından değerli sanatçılarımızın yapıtlarına bilimsel gözle çok az değinilmiş ve değinilmiyor. Layık bir biçimde tanıtılmaktan mahrum kalıyorlar. Oysa bu topraklarda üretilen tek-tük korunmuş eski, ve aynı zamanda çağdaş resim sanat eserlerimiz, Makedonya’dan da öte, Tüm Türk Dünyasının mirası olması pek doğal.
Elyazmaları konusunda daha bir noktaya kısaca parmak basmak gerekliliği duyuyorum. Bu kitaplardaki ornamentik, dekoratif, kibar ve nazik süslemeleri de Makedonya Türk Resim Sanat Tarihine dahil etmek gerekir, onlar da görsel sanatımızın çok önemli öğeleri olarak kabul edilmeli. Elyazma kitaplarının maklaplardaki Şemse adındaki süsleme mesela geleneksel resim anlayışımızın en tipik, karakteristik ve belirgin bir estetik motifimizdir.
Ayrıca sanat plastiği, yani kabartmalar ve ağaç oymacılığı da Makedonya Türk sanat dünyasının kaçınılmaz bir parçasıdır. Bu sanatların örnekleri genelde sivil ve dini mimari sanat eserlerimizin iç mekanlarında rastlanmaktadır.
Burada yer almayan, ama genç Makedonya resim sanatçıları arasında sayabileceğimiz Zühal Nebi Mümin, Ebru Selman, Alpay Recep’in de adlarını anmak isterdim. Bunların yanısıra tanımadığımız daha birçok amatörce resim sanatına gönül veren gençler de olabilir.
Buradaki genç sanatçılarımızın eserlerinde farklı resim estetik anlayışlarının benimsenmiş olması sergiye renklilik vermektedir. Ancak hepsindeki kararlı ve azimli deyiş ortak bir özellik. Çağdaşlık boyutu henüz oturtulmuş değil, ama buna rağmen yenilik arayışları görünürde. Herbirinin ayrı görsel dünyaları var. Ama kendi üslüplarını yaratmanın hala başındalar, ve de farklı olma ihtiyacına henüz yelken açıyorlar. Bazı çağdaş dünya resim ekollerinin etkileri pek doğal ki mevcut, az ya da çok farkedilmekte. Sevindirici bir husus, bireyselliğin gözlenmesi. Üslüp farklılığını çok önemli bir özellik ve olgu olarak görebiliriz. Kendi öz üslüplerini, stilini, mührünü, sanat dünyasını yaratma yolunun başındalar. Kendilerine has öz sanatsal estetik imzaya sahip olmaları baş hedefleri olmalı.
Sanat için sanat tarihi çok önemlidir, aralarında çok sıkı bağ var. Yerli sanat tarihi çalışmalarımızın yetmezliği çok büyük bir boşluğumuzdur, çünkü Sizin gibi genç santçıların eserlerinin değerini anlatabilecek ve sanattaki yerinizi belirleyecek olan mecra sanat tarihi bilimidir. Bu yüzden kendim de bir sanat tarihçisi olarak bu yolda yeterli duyarlılığı göstermediğim ve görevimi gerekli seviyede şimdiye kadar yapamadığım için tüm Makedonyalı Türk sanatçılarından özür diliyorum.
Bu aramızdaki yeni sanatçı adlar sanatımıza yenilik getiriyor ve getirecek. Genelde her yeni şeye seviniriz, yeni güzeldir. Bu sergi vasıtasıyla yeni sanatçı adlarla tanıştığımızın verdiği sevinç ve güzel duygular için emeği geçen herkese borcum büyüktür.
Çağdaş Türk Resim Sanatı nitelik olarak çok zengin değil, ama nicelik olarak çok yüksek bir yerde durduğu kanaatındayım. Bu sergiyle bir zenginlik te siz katıyorsunuz. Burada anmadan geçemediğim bir nokta var, o da şu: sanat instalasyonu sanatının ustası Bedi İbrahim’i bendeniz Makedonya Türk Sanatının piri olarak kabul ediyorum. Bu düşüncem asla öznel ve tesadüfi olarak kabul edilemez, çünkü Bedi İbrahim’in sanat instalasyon atılımları genelde önde gelen Makedon sanatçıları arasında bile en yüksek olarak değerlendirilmektedir. Bedi İbrahim’in sanatı ayarındaki çalışmalar Makedon sanatçılar arasında bile, hatta dünya çapında pek nadir. Onun çalışmalarında mistisizmin, yani türkçe deyimle tasavvufun izlerinin ve etkisinin yoğunluğu başarısının sırrı bence. Milli kodlarımızda kaçınılmaz yer edinen tasavvuf, bu sergiyle bizi şereflendiren Siz değerli genç sanatçılara da bol ilham kaynağı olması dileğimdir.
Bu genç Makedonyalı Türk estetik savaşçıları sadece ülkemizin sanatçıları değil, aynı zamanda Türk dünyası sanatının da sanatçılarıdır. 300 milyonluk bir milletin sanatının temsilcileri ve parçalarıdır. Çalışmalarınızla gerçekleştirmekte olduğunuz sanat hizmetlerinizin takdir edilmesi, toplumumuzun yüce bir görevi olarak algılanmalı. Genç sanatçılarımızın gurur ve umut kaynağımız olması bize çok şey kazandırmaktadır. Makedonya Türk toplumu olarak ayakta kalabilmemiz için en sağlam dayanaklardan biri elbette ki kültür ve sanattır. Varlığımız ve geleceğimiz Siz sanatçıların sarfettiği çabalarla doğru orantılıdır. Makedonya Türklüğünün kaderi kültürümüzün elindedir.
Türk sanatı ve estetik anlayışı engin bir deryadır. Hem eski hem çağdaş resim sanatımız nice yüksekliklere ulaşmış, şah-eserler hiç eksik olmamış, dünyamızı süslemiştir. Sanat yaparken bunun hep farkında olmanız temennisindeyim. Milletçe sanata, ve resim sanatına düşkünlüğümüz bizi biz yapan önemli vasıflarımızdandır.
İyi bir sanat eserinin en önde özelliklerinden biri evrensel boyutu yakalaması, tüm dünyaya mal olması. Ancak evrensele ulaşmak için bir yerden başlamak lazım, bu ise gelenektir. Bu doğrultuda maddi ve manevi geçmişimizden ilham alarak, geçmişimizi unutmayarak, milli Türk kimliğimize sarılarak, bunun yanında da zamanımızın ruhunu gözardı etmeden, bu yeni sanatçılarımızın nitelikli bir şekilde Makedonya Türk resmini, ve genelde Türk Dünyası resim sanatını geleceğin parlak Türk Sanat Dünyasına taşıyarak adları altın harflerle yerlerini alacak ümidindeyim. Maalesef kültür ve sanat erozyonunun yaşandığı Makedonya Türk toplumunda bu sanatçıların çıkışını birer estetik kahramanlık olarak görüyorum. Atatürk’ün sözüyle devam ediyorum: “Bütün ümidim gençliktedir”. Ben burada sadece bir ilave yapacağım: “Bütün ümidim kültür ile sanatı benimsemiş olan gençliktedir, ama aynı zamanda, kültür ve sanata önem verip bu sahalara yatırım yapacak olan büyüklerimizden de beklentilerimiz yok değil”.
Bugün 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı. Bugünkü günde 1919 yılında İstanbuldan kalkan gemisiyle Atatürk’ün Samsuna varıp Anadolu toprağına ayak basmasıyla atılan adım, Türk milletinin galibiyetiyle, bağımsızlığıyla ve özgürlüğüyle taçlandırılmıştır. Bu serginin böyle önemli bir güne denk gelmesi ne güzel bir tevafuk. Atatürk’ün sanata ne kadar önem verdiği çok iyi bilinir, bu şekilde bu serginin ve 19 Mayıs Bayramının arasındaki ilişkiyi anlamlandırabiliriz.
Genç sanatçılarımız Ertunç Sali, Neslihan Süleyman, Samir Karahasan, Amir Karahasan, Ceyda İbrahim, Bucu Musli, Erzana İslam, Şener Halil ve Orhan Kamilov’u en içten temennilerle kutluyor, sanat yolunu seçtikleri için teşekkür ediyorum.
19,Mayıs,2018
Üsküp
Şu anda genç Makedonya Türk ressamlarının ilk defa bir toplu sergisine katılıyoruz ve bu sebepten kültürümüz adına tarihi önemden bir sanat olayına tanıklık etmekteyiz. Sadece hatırlayalım, şimdiye kadar ilk ve tek Makedonya Türk ressamlarının toplu sergisi 1995 yılında Daut Paşa Hamamında Bedi İbrahim, Gazanfer Bayram, Yakup Hayro, Mustafa Asim ve İsmet Ramiçeviç’in eserleriyle düzenlenmişti.
Bugün, burada buluşup toplanmamızın sebebi olan genç sanatçılarımızın adlarını teker teker sayayım: Ertunç Sali (karakalem sanatçısı), Neslihan Süleyman (karakalem sanatçısı), Samir Karahasan (karakalem sanatçısı), Amir Karahasan (heykeltraş), Ceyda İbrahim (heykeltraş), Burcu Musli (karakalem sanatçısı), Erzana İslam (tuval üzerine yağlıboya), Şener Halil (karışık teknik) ve Orhan Kamilov (karakalem sanatçısı). Bu yetenekli genç santçıların toplu sergisinin açılış tanıtımının bana düşmesi beni sevinçli ve mutlu kıldığını belirtmek isterdim.
Ben sanat tarihçisiyim, ama burada sergilenen resimlerin ve ressamların ayrı ayrı değerlerine ve özelliklerine ayrıntılı olarak değinmeyeceğim, bu güzel ve nadir olayı daha geniş bir perspektiften, daha genel ve umumi bir bakışla ele almaya çalışacağım. Daha geniş bir çapta ve farklı açılardan bakarak sergiye katkımı sunmaya çaba göstereceğim. Çünkü bilindiği üzere sanat tarihi bilimi sadece sanatın gelişmi için önemli değil, aynı zamanda insanlık tarihinin asırlar boyunca geçirdiği evreler boyunca insanın faal olduğu diğer sahalarla da sıkı bağlıdır. Diğer sanatlar ile bilim dallarına da yeni keşifler için ipuçları vererek, onları da kapsayarak, sanatdışı meselelerde de aydınlatıcı olabiliyor. Mesela etnoloji, tarihyazımı, sosyoloji, arkeoloji, v.s. Bu yüzden bu sunumum beklendiği gibi olmayabilir.
Makedonya toprağında Türk sanatının kökleri şimdiye kadar bilindiği gibi Osmanlıyla başlamıyor, Osmanlıların buraya gelişinden çok daha önce başlıyor. Osmanlı’dan çok daha eskilerden beri buraya yerleşen Türk kavimlerine mensup atalarımız bu topraklarda sanatsal ve görsel içgüdülerini dışa vurmuştur. Ne yazık ki bu eski dönemlerden örneklere pek nadir rastlanabilir. Şimdiye kadar tanınan bulgular arasında, sadece taşlara çizilen damga çizimleri bugüne ulaşmıştır.
Osmanlı dönemine geçince, bu dönemde resim sanatı elbette varolmuş, ancak mimari ve şiir kadar rağbet görmemiş, yeterince önem verilmemiş. Bu noktada bir istisna var, o da Makedonya’da kaleme alınan el yazma edebiyat eserleri kitaplarının sayfalarında, sıkça olmasa da, resim sanatı, yani milli sanatımız olan minyatür diye bilinen resim uslubunun örneklerine rastlayabiliriz. Bu elyazmalarındaki Türk resim sanatı eserleri Makedonya Türk sanat mozaiğimizin çok önemli birer taşçığıdır. Eski ve en yeni sanatımızın gerçek Sanat Tarihi maalesef hala yazılmamış olmamasının üzüntüsü içindeyiz. Sanat tarihi açısından değerli sanatçılarımızın yapıtlarına bilimsel gözle çok az değinilmiş ve değinilmiyor. Layık bir biçimde tanıtılmaktan mahrum kalıyorlar. Oysa bu topraklarda üretilen tek-tük korunmuş eski, ve aynı zamanda çağdaş resim sanat eserlerimiz, Makedonya’dan da öte, Tüm Türk Dünyasının mirası olması pek doğal.
Elyazmaları konusunda daha bir noktaya kısaca parmak basmak gerekliliği duyuyorum. Bu kitaplardaki ornamentik, dekoratif, kibar ve nazik süslemeleri de Makedonya Türk Resim Sanat Tarihine dahil etmek gerekir, onlar da görsel sanatımızın çok önemli öğeleri olarak kabul edilmeli. Elyazma kitaplarının maklaplardaki Şemse adındaki süsleme mesela geleneksel resim anlayışımızın en tipik, karakteristik ve belirgin bir estetik motifimizdir.
Ayrıca sanat plastiği, yani kabartmalar ve ağaç oymacılığı da Makedonya Türk sanat dünyasının kaçınılmaz bir parçasıdır. Bu sanatların örnekleri genelde sivil ve dini mimari sanat eserlerimizin iç mekanlarında rastlanmaktadır.
Burada yer almayan, ama genç Makedonya resim sanatçıları arasında sayabileceğimiz Zühal Nebi Mümin, Ebru Selman, Alpay Recep’in de adlarını anmak isterdim. Bunların yanısıra tanımadığımız daha birçok amatörce resim sanatına gönül veren gençler de olabilir.
Buradaki genç sanatçılarımızın eserlerinde farklı resim estetik anlayışlarının benimsenmiş olması sergiye renklilik vermektedir. Ancak hepsindeki kararlı ve azimli deyiş ortak bir özellik. Çağdaşlık boyutu henüz oturtulmuş değil, ama buna rağmen yenilik arayışları görünürde. Herbirinin ayrı görsel dünyaları var. Ama kendi üslüplarını yaratmanın hala başındalar, ve de farklı olma ihtiyacına henüz yelken açıyorlar. Bazı çağdaş dünya resim ekollerinin etkileri pek doğal ki mevcut, az ya da çok farkedilmekte. Sevindirici bir husus, bireyselliğin gözlenmesi. Üslüp farklılığını çok önemli bir özellik ve olgu olarak görebiliriz. Kendi öz üslüplerini, stilini, mührünü, sanat dünyasını yaratma yolunun başındalar. Kendilerine has öz sanatsal estetik imzaya sahip olmaları baş hedefleri olmalı.
Sanat için sanat tarihi çok önemlidir, aralarında çok sıkı bağ var. Yerli sanat tarihi çalışmalarımızın yetmezliği çok büyük bir boşluğumuzdur, çünkü Sizin gibi genç santçıların eserlerinin değerini anlatabilecek ve sanattaki yerinizi belirleyecek olan mecra sanat tarihi bilimidir. Bu yüzden kendim de bir sanat tarihçisi olarak bu yolda yeterli duyarlılığı göstermediğim ve görevimi gerekli seviyede şimdiye kadar yapamadığım için tüm Makedonyalı Türk sanatçılarından özür diliyorum.
Bu aramızdaki yeni sanatçı adlar sanatımıza yenilik getiriyor ve getirecek. Genelde her yeni şeye seviniriz, yeni güzeldir. Bu sergi vasıtasıyla yeni sanatçı adlarla tanıştığımızın verdiği sevinç ve güzel duygular için emeği geçen herkese borcum büyüktür.
Çağdaş Türk Resim Sanatı nitelik olarak çok zengin değil, ama nicelik olarak çok yüksek bir yerde durduğu kanaatındayım. Bu sergiyle bir zenginlik te siz katıyorsunuz. Burada anmadan geçemediğim bir nokta var, o da şu: sanat instalasyonu sanatının ustası Bedi İbrahim’i bendeniz Makedonya Türk Sanatının piri olarak kabul ediyorum. Bu düşüncem asla öznel ve tesadüfi olarak kabul edilemez, çünkü Bedi İbrahim’in sanat instalasyon atılımları genelde önde gelen Makedon sanatçıları arasında bile en yüksek olarak değerlendirilmektedir. Bedi İbrahim’in sanatı ayarındaki çalışmalar Makedon sanatçılar arasında bile, hatta dünya çapında pek nadir. Onun çalışmalarında mistisizmin, yani türkçe deyimle tasavvufun izlerinin ve etkisinin yoğunluğu başarısının sırrı bence. Milli kodlarımızda kaçınılmaz yer edinen tasavvuf, bu sergiyle bizi şereflendiren Siz değerli genç sanatçılara da bol ilham kaynağı olması dileğimdir.
Bu genç Makedonyalı Türk estetik savaşçıları sadece ülkemizin sanatçıları değil, aynı zamanda Türk dünyası sanatının da sanatçılarıdır. 300 milyonluk bir milletin sanatının temsilcileri ve parçalarıdır. Çalışmalarınızla gerçekleştirmekte olduğunuz sanat hizmetlerinizin takdir edilmesi, toplumumuzun yüce bir görevi olarak algılanmalı. Genç sanatçılarımızın gurur ve umut kaynağımız olması bize çok şey kazandırmaktadır. Makedonya Türk toplumu olarak ayakta kalabilmemiz için en sağlam dayanaklardan biri elbette ki kültür ve sanattır. Varlığımız ve geleceğimiz Siz sanatçıların sarfettiği çabalarla doğru orantılıdır. Makedonya Türklüğünün kaderi kültürümüzün elindedir.
Türk sanatı ve estetik anlayışı engin bir deryadır. Hem eski hem çağdaş resim sanatımız nice yüksekliklere ulaşmış, şah-eserler hiç eksik olmamış, dünyamızı süslemiştir. Sanat yaparken bunun hep farkında olmanız temennisindeyim. Milletçe sanata, ve resim sanatına düşkünlüğümüz bizi biz yapan önemli vasıflarımızdandır.
İyi bir sanat eserinin en önde özelliklerinden biri evrensel boyutu yakalaması, tüm dünyaya mal olması. Ancak evrensele ulaşmak için bir yerden başlamak lazım, bu ise gelenektir. Bu doğrultuda maddi ve manevi geçmişimizden ilham alarak, geçmişimizi unutmayarak, milli Türk kimliğimize sarılarak, bunun yanında da zamanımızın ruhunu gözardı etmeden, bu yeni sanatçılarımızın nitelikli bir şekilde Makedonya Türk resmini, ve genelde Türk Dünyası resim sanatını geleceğin parlak Türk Sanat Dünyasına taşıyarak adları altın harflerle yerlerini alacak ümidindeyim. Maalesef kültür ve sanat erozyonunun yaşandığı Makedonya Türk toplumunda bu sanatçıların çıkışını birer estetik kahramanlık olarak görüyorum. Atatürk’ün sözüyle devam ediyorum: “Bütün ümidim gençliktedir”. Ben burada sadece bir ilave yapacağım: “Bütün ümidim kültür ile sanatı benimsemiş olan gençliktedir, ama aynı zamanda, kültür ve sanata önem verip bu sahalara yatırım yapacak olan büyüklerimizden de beklentilerimiz yok değil”.
Bugün 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı. Bugünkü günde 1919 yılında İstanbuldan kalkan gemisiyle Atatürk’ün Samsuna varıp Anadolu toprağına ayak basmasıyla atılan adım, Türk milletinin galibiyetiyle, bağımsızlığıyla ve özgürlüğüyle taçlandırılmıştır. Bu serginin böyle önemli bir güne denk gelmesi ne güzel bir tevafuk. Atatürk’ün sanata ne kadar önem verdiği çok iyi bilinir, bu şekilde bu serginin ve 19 Mayıs Bayramının arasındaki ilişkiyi anlamlandırabiliriz.
Genç sanatçılarımız Ertunç Sali, Neslihan Süleyman, Samir Karahasan, Amir Karahasan, Ceyda İbrahim, Bucu Musli, Erzana İslam, Şener Halil ve Orhan Kamilov’u en içten temennilerle kutluyor, sanat yolunu seçtikleri için teşekkür ediyorum.
19,Mayıs,2018
Üsküp
Monday, May 7, 2018
FATAL
Benim adım
Üsküp’lü Rifat
Üsküp’te doğdum
Üsküp’te çocuk oldum
Sonra genç oldum
Sonra Sipahi kıyafeti giydim
Emin olmak yazgım filan
Üsküp’lü Rifat
Üsküp’te doğdum
Üsküp’te çocuk oldum
Sonra genç oldum
Sonra Sipahi kıyafeti giydim
Emin olmak yazgım filan
Peki fatal olan
Nedir bu şiirde?
Ben
Kendi kendimi
Doğurdum!
Nedir bu şiirde?
Ben
Kendi kendimi
Doğurdum!
Ben daha doğmadan önce
Muazzez Abacı’nın aşığıydım...
Muazzez Abacı’nın aşığıydım...
Thursday, March 29, 2018
RUS ESARETİ!
Türkistan Türkleri (Kafkaslılar dahil), 18. asırdan
başlayarak 20. asrın sonuna kadar Rus esareti altında yaşadılar. Türkler, keza
yazımın mevzusu olan Türkistan (Orta Asya) Türkleri, büyük dünya Türk ailesinin
birer nadide bahçesi olarak, kendi öz milli ruhunun vasıfları doğrultusunda
özgürlüğe duydukları düşkünlüğüne pranga vuruldu. Maalesef esaret altında
hayatlarını sürdürmeye zorlandılar. Rus esareti! Ancak, Rusların Türk
topraklarını istila ve gasp etme iştahları neticesinde soydaşlarımız ve
kandaşlarımız maddeten kafese sokuldularsa da, bu halkın hür ruhu ve özgür
karakteri boyun eğmemeye başardı. Bugün ise, ne mutlu bize, Yüce Tanrının
kuralları doğrultusunda, Rusya, sözde olsa bile, bu istila edilmiş topraklardan
siyasi olarak çekilmek ve yeni durumla yüzleşmek zorunda kaldı diyebiliriz.
Böylece, kendi genç devletlerinin bağımsızlığını ilan ederek bu Türklerin büyük
bir bölümünde hürriyet ışığı yayılmaya başladı. Ne var ki, Ruslar hala bu
topraklardan tamamen elini çekmiş değil, niyetleri ve iştahları devam etmekte. Sahte-demokrasiyi
bir yana bırakarak, gerçek demokrasinin en yeni özgürlükçü trendi ve hürriyetçi
ruhunun, 20. asrın sonunda ve 21. asrın başında tüm mazlum dünyanın yeni
nesillerinde filizlenmesi, kaçınılmaz olarak, Türkistan’ın zalimce bastırılmış
halklarının da yüzünü güldürdü ve kaderlerine nur saçtı.
Türkistan Türklerinin birkaç asırlık Rus esareti, dünya
insanlık tarihinin karanlık sayfalarından biri olarak hafızalarda unutulmamış
kalacaktır.
Orta Asya Türkistan tarihi son derece önemli uygarlık
mirasına sahip bir alem olarak kendi bilimsel, kültürel, sanatsal ve başka
küresel manada mühim yüksek buluş, keşif ve yükselişleriyle tüm dünya
uygarlığının gelişmesinde ve ileriye gitmesinde katkısı ve payı ölçülmez
derecede büyük olduğu bilinir. Modern dünya birçok açıdan Türkistan rönesansına
çok borçludur, ki bu gelişmenin devamı ve süregenliği saldırgan istilacılar
tarafından hapsedilmişti.
Konuya vakıf olmayanlara, Rus prangasını çekmiş olan Türk
halklarının isimlerinin sadece bir kısmını zikredeyim:
Kazaklar, Özbekler, Türkmenler, Azeriler, Kırgızlar,
Taciklar, Altaylılar, Yakutlar, Hakaslar, Ahıskalılar, Tatarlar, Çerkezler, ve
saire.
Ümit ediyorum ki Moskova’da demokratik, sağduyulu ve
hoşgörülü siyaset hakim olur ve böylece şimdiye kadar esir tutulan milletlere
kendi kaderlerinin kendilerine bırakılmasında engel olunmaz. Bu evrensel bir
haktır ve Yüce Tanrı’nın kanunlarıyla mutlak surette uyumludur. Kadir Mevla’nın
yüce iradesine karşı gelecek güç elbette gün gelir hüsrana uğrar.
Subscribe to:
Posts (Atom)