Hem yerel, hem küresel olarak çalkantılı, dengelerin belirsiz olduğu bu karmakarışık ortamda sadede gelelim. Meselelerin içyüzünü aydınlatmaya çalışalım. Dünya savaşı. Birinci Dünya Savaşı'nın esas nedeni, Osmanlı Türkiye'sini parçalamak ve yıkmaktı, oysa bahaneler çok. İkinci Dünya Savaşı ise, Dünyanın dört bir yanındaki sömürgeler büyük Batılı güçler arasında paylaşılırken, Almanya'ya pek küçük pay düştüğü için, Almanya'nın itirazı yüzünden başladı. Bu sebep aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı için de, ikinci veya üçüncü planda geçerli sebeplerden biri olarak sayılabilir. Hep emperyal sebepler, hep birilerini sömürmek. Yani adaletsizliği ve haksızlığı zülum yoluyla "meşru" kılmak.
Gelgelelim günümüz emperyal eğilimlere. Dünyada sayılı büyük güçler mevcut, onlardan biri Türkiye, ve dolayısıyla Türk dünyası. Acaba bu defa emperyal emeller yine mi bir (Allah korusun) dünya savaşına sürükleyecek cihanı?! Diğer güçlerin sömrücü emperyalizmi karşısında, Türk "emperyalizmi" adaleti tesis etmek ve yaymak yolunda gelişen bir olgu. An itibarıyla gelişen güncel olaylara bakılırsa Üçüncü Dünya Savaşına sürüklenme ihtimali hiç de küçümsenecek değil.
İki kutuplu dünyadan, yani ABD ve Rusyanın üstünlüğünün sarsılmaya başlamasıyla, çok kutuplu bir dünyada bulduk kendimizi. Bu gelişme, emperyal emellerin ve iştahlarının 3. dünya savaşının bileşik, yani komplike bir hal almasına sebep olabilir. Yani, emperyalizim ile sömürgecilik anlayışının yükselişe geçmesi, olası yeni bir dünya savaşının başlaması, önceki dünya savaşlarının başlatılma sebeplerinin bir nevi tekrarı. Yazılmamış bir kurala göre, tarih tekerrüden yana. Tarih ise antik Grek düşünürü Herodota göre tüm bilimlerin anası. Çok kutupluluk derken acaba neyi ve kimleri kastediyorum? Dünya ölçeğinde çok hızlı bir şekilde güçler arasında her türlü konstelasyonlar oluşuyor, ve de kolayca değişebiliyor. Eski Latin Roma parolası olan "böl ve yönet" doktrinini kullanmaya meyilli odaklar Dünya hakimiyetlerini dayatmaya kararlı. Ancak konstelasyonların çok hızlı bir şekilde değişebiliyor düşüncesinden hareketle kim kimi bölecek ve yönetecek sorusu beliriveriyor? Belirsizlik hakim, bu aşikar.
Bizi evvela ilgilendiren, bu şartlarda ve ortamda vatanımız Makedonya ile anavatanımız Türkiye hangi çıkarlarını öne sürerek uluslararası ilişkilerde yerlerini belirleyecek.
Geçen yarım asırda, soğuk savaş döneminde, mesela, kültür emperyalizmi dominant bir şekilde küresel çapta söz sahibi olmaya yetiyordu. Bunu en iyi yapan da ABD idi. Ancak o dönem tarihte kaldı. Sıcak çatışmalar günden güne ateşleniyor. Dünya büyük bir yangına sürükleniyor. Aklı selim kafalar tabi ki bunu engellemek için elinden geleni yapmakta kararlı, lakin çıkarların çatışması göz ardı edilemiyor. Makedonya iç sorunlarıyla boğuşurken, dış siyasetini belirlemekte şimdilik renksiz. Globalizasyon her şeyi alt-üst etti. Anavatanımız Türkiye'ye gelince, rotası belli, o da misakı milli sınırları içindeki topraklarında gözü olan devletlere karşı haklı savunma savaşına girmiş bile artık. Yerel savaşlardan topyekün bir dünya savaşına geçilir mi diye endişe etememek imkansız.
Misakı milli sınırları elbette ki kırmızı çizgi, ancak Sovyetlerden ayrılan Türkistan devletlerinin gözü ve dayanağı Türkiye. Ayrıca, bugünkü Türkiye sınırları, Atatürk'ün çizdiği hakiki misakı milli sınırlarından biraz farklı (mesela Kerkük ve Musul bu sınırların içinde yer alıyor). Atatürk'ün "hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır" sözü bugün de geçerli.
Etnosantrizim ile din radikalizmi had safhada. Herkes kendi özüne dönme mücadelesi içinde. Böylesi eğilimler yaşanırken bu süreçlerin kazasız belasız atlatılması için aletrnatif ne olabilir sorusu ortaya atılıyor. Hemen net cevap vereyim: Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış" sözü bir formül olarak tüm devletelere nasıl davranmak gerekir konusunda rahatça örnek teşkil edebilir. Ancak, acaba insanoğlu böylesi kosmopolit bir düşünceyi anlamak için hazır mı ve yeterli şuura sahip mi?!