Saturday, May 25, 2019

Bİ’AT


YÜCE SÜBHAN-I KİBRİYYA’YA BİAT ETMEYENLERİN SAYISI ÇOĞALDIKÇA, NUR’UN YEGANE SAHİBİ OLAN HAKKIN YOLUNDA OLANLARIN NE SAYISINDA NE DE NİTELİĞİNDE EKSİK OLMAZ, TAM AKSİ FUZULET VE FAZİLET ZUHUR EDER. NİTEKİM BİAT MEVZUU BAHİS BABINDA OL HAKİKATIN AHİR MUHAKEME-İ NAZARİYYE İSTİKAMETİNDE CÜMLE PEYGAMBERLERİN AŞUKİYYET İLE MAŞUKİYET MAZHARI PİR İMAM HALİF-İ ALA ALİ’YE BİATLARI TEFEKKÜRDE MEVCUDİYET NÜFUS İDÜB.

21 Ramazan-ı Şerif, sene-i 1440

Monday, March 18, 2019

"KAFİRLERE HELAK" DEMEK YANLIŞ MI?

Kafirleri lazım imiş sevem. Sevmesem kafirleri yanlış yapaymişım. Birçok kafa epten kaçırmiş! Ne duyamayacan! Büle düşüni bazi bilmezler. Düşünün ne araylar benden! Em ne, şimdi kafirleri benim gibi bir kul size göre sevebilır mi? Brakın sevmeyi, İSTEMEYM GÜZÜM ÜNÜMDE GÜREM! Kafirler başladilar korki simptomlari güstermeye. Gürdilar ki yok oyun hepımızi YARADAN'le!

Tuesday, March 12, 2019

ŞİİR TARZIMIN ANAHTARI

Türkiye’li Profesör Faruk Gezgin’in en yeni kitabım hakkında yazdığı yazısında, bana önceden sorduğu sorulara verdiğim cevaplarıma da yer veriyor. Kısa bi alıntı veriyorum: “Rifat Emin, kendi şiir tarzının anahtarını veren şu cevabı gönderdi: “Evet hayatı tam ciddi algılamak çok zor oldu günümüzde. Ben hayatı ciddi algılamak için elimden geleni yapıyorum, ancak hayatın kendisi ciddi değil demek istedim diyebilirim. Doğru, evvela orijinal ifadeyi yakalama arzusu söz konusu bende. Manasız, mantıksız ve apsürd olmak pahasına.” (Alıntı: Prof. Dr. Faruk Gezgin: “RİFAT EMİN VE BÎ-NİHÂYET KİTABI ÜZERİNE”).

Burada şiir tarzımın vasıfları hakkında ilave edebileceğim daha bazı hususlar şunlardır: Alışılmışın dışında olmak, söylenmeyeni söylemek, söylenmeyen şekilde söylemek, anlamın ille de her koşulda ilk planda olmaması, kuraldışı ve sıradışı olmak, mümkün mertebe kimseye benzememek, kalıpları yıkmak, v.s.

FARKLI VE YENİLİKÇİ OLMAK VAR! SANATTAKİ GAYEM EN BAŞTA BUDUR! YAŞASIN SINIRLARI AŞAN AKINCI RUHLU SANAT ERLERİ!

Tuesday, March 5, 2019

MAKEDONYA VE OSMANLI ÖNCESİ TÜRKLER

Makedonya, hiçbir kuşku götürmeyecek şekilde Türk tarihi, kültürü ve uygarlığı için son derece önemli bir toprak parçası olması gerçeğine vurgu yaparak, bu hiç küçümsenmeyecek olgunun önemini kavrayacak yeni alimlerin bu yoldaki yeni ciddi eserlerine ihtiyaç var diyoruz. İnşallah olsun maşallah!

Tüm Türk dünyasının kültürü ile bilimi ve genelde Türklük açısından olduğu gibi, özellikle Balkan Türklüğü açısından Makedonya Türk tarihinin yüce milletimizin nezdinde ne denli ağırlık taşıdığının hakkıyla farkında olarak sadce bu şekilde Makedonya’da ve dolayısıyla Balkanlardaki Türk varlığı hakkında daha verimli ve doğru tespitler, bilimsel iddialar ve muhakemelere ulaşma başarısını elde edebiliriz. Bunu yapabilmek için balkonoloji uzmanları yetiştirmekte geç kalmamalıyız. Balkonoloji derken, balkan dillerini, ayrıca da eski slavca ve eski grekçeyi iyi bilen akademisyenler zuhur etmeli ki bir tek bu yolla gerçek Balkan Türk tarihini ve kültürünü aydınlatmış olabiliriz. Eski Slavcayı (yani kilise Slavcasını) bilen uzmanlarımız çoğalmalı, bu elzem bir ihtiyaçtır.

Kanımca Makedonya konulu ve bu toprağa bağlı kültürel akademik ilmi çalışmalara yeltenenleri yeni keşifler bekliyor. İlk adımlar atılmaya başlandı, mütevazi seviyede olsa bile. Her başlangıç zordur, “başlamak yarı bitirmektir”demişti “Tefeyyüz” ilkokulundaki Türkçe öğretmenimiz Recep Bugariç. Bundan olsa gerek bu yoldaki, mütevazi olsa dahi, çalışmaların fecrini görmek, küçümsemeye değil, milli gururumuzun böbürlenmesine yol vermeli.

Makedonya’nın Türklük için azami seviyedeki önem ve değeri birçok farklı açıdan ele alınabilir. Bendeniz sadece bir yönüne dokunacağım. Yazımda, Makedonya’da Osmanlı Öncesi Türkler mevzusuna değinmeye çalışacağım. Ancak hemen itirafımı unutmayayım: bu muazzam tarihi ve kültürolojik konunun derinliklerine girmeden, bir-iki mütevazi ipucu vererek bu sahada bazı önemli bulduğum noktalara sadece işaret etmeye çalışma gayretinde bulunmakla yetineceğim.

Makedonya’nın tarihimiz ve kültürümüz için ne demek olduğunu hala anlamış değiliz, ne biz Makedonya’da yaşayan Türkler, ne de diğer dünya Türkleri. Biz burada en az 1500 yıl varız, yani bir nevi vatanımız sayabileceğimiz bir memlekettir Makedonya.

Osmanlı devletinin Makedonya’da oturtulmasından asırlarca çok daha öneceleri Türkler bu toprakları yurt edinmiş olduğunu kaç Türk layıkıyla biliyor? Pek az kişi desem bu acı gerçeği açığa vurmaktan üzüntü duymadığımı söyleyemem. Ancak bu bilinci yaygınlaştırmakta yavaş ve sağlam adımlar da atılmıyor değil, Makedonya’nın uzak Türk tarihine ve kültürüne yakın ilgi gitgide daha yoğun bir şekilde duyulmaya başlanıyor. (Gördüğünüz gibi iç açıcı olmayan tespitlerim yanısıra karamsarlığı aniden aşabilmeyi tetikleyecek gerçekler de önümüze çıkıyor).

Bilimsel, akademik ve en ciddi açıdan bu yönde ne yapıldı, ne yapılmadı? Makedonya’da Osmanlı’dan önce yerleşen Türk kavim, boy, aşiret, kabile ve toplulukların buralara yerleşme kronolojisi mesela yapılsa ne güzel olur, ancak bundan yoksun kalmakla yetineceğiz bir süre. Bilgi eksikliklerimiz yanısıra bazı verilere sahip olduğumuzu da belirtelim. Makedonya’ya, ve daha geniş Balkan coğrafyasına Osmanlı’dan önce yerleşen Türk milletlerinin isimlerinin çoğunu sayabiliriz: Peçenekler, Kumanlar (yani Kıpçaklar), Vardar Türkleri (Vardariotlar), Gagauzlar (Gökoğuzlar), Kalaçlar, Kaçarlar, Çakarlar, Başkurtlar, Hazarlar, Oğuzlar, Avarlar, Hunlar, Proto-Bulgarlar, v.s. Tüm bunlar farklı inançlarla gelip (çoğunlukta Tengricilik olmak üzere), yeni inançlar kabul etmişlerdir.Tabi ki Bizans tarafından Hıristiyanlaşma en yoğun olmuştur, ama Katolikleştirme çabaları da küçümsenmemeli. Tengrici, Şaman, Hıristiyan, Yahudi, Budist, İslam, yani hangi inançlara sahip oldularsa olsunlar, ben burada sadece etnik açıdan konuyu irdeliyorum.

En kadim zamanlardan atayurdumuz Kuzeydoğu Asya’dan başlayarak Türk milletinden kalan en tipik izler şüphesiz ki damgalarımızdır. Damgalar Makedonya dağ ve kayalıklarında oyulmuş veya çizilmiş şekilde rastlandığı az bilinir. Makedonya’nın akademik bilim zirve otoritelerinden sayılan Blaga Aleksova, Makedonya’da Hıristiyanlığın başlangıcını konu eden bilim araştırması olan “Bregalniça Piskoposluğu” („Епископијата на Брегалница“) adlı bilim eserinde şunları yazmaktadır: “Artamonov’a göre, bu epigrafik anıtların alfabesi Yünanca değil, 7.-8. yüzyıldan kalan Orhun-Türk yazıtlarına yakın”; “Yünan yazısının kullanımı yanısıra aynı zamanda türlü “tamgalar” ve bir çeşit runik yazısı kullanılıyordu, ki İ.Goşev bunun 6.-8. yüzyıldaki Orhun-Yenisey Türk yazıtlarıyla ortak birşeyleri var mıydı diye kendine sormaktadır”. Blaga Aleksova bu kitabında “Türkmenler”, “gizemli işaretler” diye adlandırdığı “tamgalar”, “Türkçe runikler” ve buna benzer ibareler ve tabirler kullanmadan geçemiyor. (Blaga Aleksova: “Bregalniça Piskoposluğu: Makedonya’da ilk Islav kilise ve kültür-eğitim merkezi”, sayfa 112, Makedonca, Pirlepe, 1989, Eskislav Kültürünü Araştırma Enstitüsünün özel yayını).

Osmanlı öncesi Balkanlarda en yaygın ve en güçlü Türklerden olan Peçeneklerin İstanbulu bile kuşatma altına aldığı bilinmekte (bu kuşatma sırasında aynı zamanda doğudan Selçuklular Peçeneklere destek oluyor ancak kuşatma başarısızlıkla sonuçlanıyor). Bizans Peçenekleri en büyük tehlike olarak görüyor. Ortak Peçenek-Kuman devleti olan Deşt-i Kıpçak orduları güneye inmeye başlayınca ve Konstantiniyye’nin düşmesine sebep olabileceklerini anlayan Bizanslılar bu ilerlemeyi durdurmak amacıyla pek kurnazca bir yola başvuruyorlar. Kumanlar’a “Peçenekler sizi yok etmek istiyor” haberini gönderip aralarına fitne ve iftira sokarak ilişkilerini bozuyor ve Kumanlar bir gecede Peçeneklere baskın yaparak çoğunu yok ediyor, ve nihayetinde çok büyük ve çok güçlü olan Deşt-i Kıpçak devleti tarihe karışıyor.

Bir misal daha: Makedonya’nın Katlanova yerindeki eski Makedon mezarlıklarında mezarların bir kısmında Haç dikilmiş, ancak diğerlerinde haç yok. Bunlar acaba Hıristiyanlığı kabul etmeyen ve Tengri inancında kalan eski Makedonya Türkleri değil miydi?

Çok geniş, kapsamlı ve mühim bir konudur bu. Ben şu yazımda bu kadar becerebildim. Osmanlı öncesi Makedonya’daki Türklük bilincinin önemini öne çıkaran bir sanat tarihçisi olarak yazımı şu sözlerle sonlandırıyorum:
Ben tarihçi değilim, sadece karşılaştığım belge ve delilleri, öznel fikirlerimi, olasılıkları ve varsayımları paylaştım. Hata ettiysem af ola!

Saturday, February 2, 2019

ÇAĞDAŞ AVRUPA SANATI VE DOĞU

Avrupa dışındaki Doğu ve Güney kültürlerine has geleneksel sanatların, çağdaş Avrupa ve Batı sanatının gelişmesinde çok önemli yeri vardır. Bu sanatların (dolayısıyla bizim Türk sanatlarının da) Avrupa sanatçılarına o derece etkisi büyük olmuştur ki bunlar olmasaydı Avrupa, ve genelde Çağdaş Batı sanatı asla gelişemezdi ve özellikle son iki asırda katettiği gelişme düzeyine ulaşamazdı. Çağdaş Dünya sanatının yükseklere varmasında, Doğu sanat aleminin büyük payı tartışılmaz ve kuşkusuzdur. Bunun küçük bir misalini, yani bir kanıtını, devamdaki bir alıntı yoluyla gösteriyorum (Kaynak: "Bozkır Rüzgarı Siyah Kalem", Mazhar Ş. İpşiroğlu):

"Göz duyarlığının gelişmesinde öteden beri büyük sanatçıların etkisi vardır. Her dönemin sanatçısı dünyaya başka bir gözle bakmış ve başka dönemlerin sanatında kendisi için geçerli olan değerleri aramıştır. Rönesans sanatçısı Eski Yünan dünyasını bulgulamıştır, maniyerizm ve Barok dönemlerinde Ortaçağ sanatına karşı yeni bir duyarlık uyanmıştır. Bilinmeyen yabancı dünyalar romantiklere çekici gelmiştir. Egzotik kültürlerin sanat objelerini toplama merakı bu dönemde uyanır. Kuzey Afrika çini ve halıları daha 1892 yılında Delacroix’yı etkiliyor. 1906’da Matisse bunlara büyük bir hayranlık duyuyor. Doris Wild “Çağdaş Resim” (Moderne Malerei, 1956) adlı kitabında, Manet’nin ilk kez 1856’da Hokusai’nin suluboyalarını gördüğünü, aynı yılda 16 yaşındaki Monet’nin bunları topladığını ve yine bu sıralarda Degas’nın bunlara büyük ilgi gösterdiğini anlatır. Daha sonra, Van Gogh kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta “Bütün sanatımı Japon sanatının temeli üzerine kuruyorum” der. Japon baskıları Gauguin’i, Zenci yontuları Erken Kübizm döneminde Picasso döneminde ile Braque’ı etkiler. 1920’lerde “yaratıcılık” en yüksek değer olarak çağdaş sanatçılarca benimsendikten sonra, soyut sanatın kurucuları doğa yansıtmacılığına son veriyor ve böylece Giotto’dan beri süregelen doğacı sanat geleneğini kırıyorlar. Ancak bundan sonra sanat tarihçileri, doğacı sanat dünyasının dışındaki sanat dünyalarına ilgi duymaya başlıyor ve evrensel bir “dünya sanatı tarihi”ne yol açılıyor."


Thursday, January 31, 2019

İKİ KARŞIT GERÇEKLİK


benim realitem
onlara yabancı
onlara göre gerçek değil

onların realitesi ise
benim için gerçek değil
bana hepten yabancı

sivri bir karşıtlık
acayip bir paralelizm
oluştu onlarla aramızda

bu iki zıt realite
bu iki zıt gerçek
Tanrı’nın buyruğuyla
bir gün birbirini değecek
karışacak birbiriyle
içine girecek birbirinin

en uç noktaya varabilen
insan hayalinden
ve insan uydurmalarından
çok daha uç
daha ekstrem
daha radikal
daha da aşırı olan
türlü şeyler içegörülecek
ortalığı binbir mahşerat
bürüyecek

tılsımlı dualar
hakemlik yapacak
doğruluk parlayacak
izdüşüm
rengarenk
hışırdayacak
şehy galib
bayrağımız
bağrımız

Thursday, January 24, 2019

DEVR-İ DAİM


Sonunda
başlangıç
gelir

hakiki özlerine ermiş olanlar
kendi vücudlarıyla vedalaşırken
ağmaktır işleri
bundan da öte
yoklukta oluvermeyi
kılıflanırlar

sırra kadem bastıktan sonra
bu dünyayı asla terketmezler
hayatlarımıza meçhul esinti
üflerler

teneffüs ettiğimiz havayı
hava yapan onlardır

kendilerini oksijen olarak
içimize çekeriz

son
bir yenidir