Makedonya, hiçbir kuşku götürmeyecek şekilde Türk tarihi,
kültürü ve uygarlığı için son derece önemli bir toprak parçası olması gerçeğine
vurgu yaparak, bu hiç küçümsenmeyecek olgunun önemini kavrayacak yeni alimlerin
bu yoldaki yeni ciddi eserlerine ihtiyaç var diyoruz. İnşallah olsun maşallah!
Tüm Türk dünyasının kültürü ile bilimi ve genelde Türklük
açısından olduğu gibi, özellikle Balkan Türklüğü açısından Makedonya Türk
tarihinin yüce milletimizin nezdinde ne denli ağırlık taşıdığının hakkıyla farkında
olarak sadce bu şekilde Makedonya’da ve dolayısıyla Balkanlardaki Türk varlığı hakkında
daha verimli ve doğru tespitler, bilimsel iddialar ve muhakemelere ulaşma
başarısını elde edebiliriz. Bunu yapabilmek için balkonoloji uzmanları
yetiştirmekte geç kalmamalıyız. Balkonoloji derken, balkan dillerini, ayrıca da
eski slavca ve eski grekçeyi iyi bilen akademisyenler zuhur etmeli ki bir tek
bu yolla gerçek Balkan Türk tarihini ve kültürünü aydınlatmış olabiliriz. Eski
Slavcayı (yani kilise Slavcasını) bilen uzmanlarımız çoğalmalı, bu elzem bir
ihtiyaçtır.
Kanımca Makedonya konulu ve bu toprağa bağlı kültürel
akademik ilmi çalışmalara yeltenenleri yeni keşifler bekliyor. İlk adımlar
atılmaya başlandı, mütevazi seviyede olsa bile. Her başlangıç zordur, “başlamak
yarı bitirmektir”demişti “Tefeyyüz” ilkokulundaki Türkçe öğretmenimiz Recep
Bugariç. Bundan olsa gerek bu yoldaki, mütevazi olsa dahi, çalışmaların fecrini
görmek, küçümsemeye değil, milli gururumuzun böbürlenmesine yol vermeli.
Makedonya’nın Türklük için azami seviyedeki önem ve
değeri birçok farklı açıdan ele alınabilir. Bendeniz sadece bir yönüne
dokunacağım. Yazımda, Makedonya’da Osmanlı Öncesi Türkler mevzusuna değinmeye
çalışacağım. Ancak hemen itirafımı unutmayayım: bu muazzam tarihi ve
kültürolojik konunun derinliklerine girmeden, bir-iki mütevazi ipucu vererek bu
sahada bazı önemli bulduğum noktalara sadece işaret etmeye çalışma gayretinde
bulunmakla yetineceğim.
Makedonya’nın tarihimiz ve kültürümüz için ne demek
olduğunu hala anlamış değiliz, ne biz Makedonya’da yaşayan Türkler, ne de diğer
dünya Türkleri. Biz burada en az 1500 yıl varız, yani bir nevi vatanımız
sayabileceğimiz bir memlekettir Makedonya.
Osmanlı devletinin Makedonya’da oturtulmasından asırlarca
çok daha öneceleri Türkler bu toprakları yurt edinmiş olduğunu kaç Türk layıkıyla
biliyor? Pek az kişi desem bu acı gerçeği açığa vurmaktan üzüntü duymadığımı
söyleyemem. Ancak bu bilinci yaygınlaştırmakta yavaş ve sağlam adımlar da
atılmıyor değil, Makedonya’nın uzak Türk tarihine ve kültürüne yakın ilgi
gitgide daha yoğun bir şekilde duyulmaya başlanıyor. (Gördüğünüz gibi iç açıcı
olmayan tespitlerim yanısıra karamsarlığı aniden aşabilmeyi tetikleyecek gerçekler
de önümüze çıkıyor).
Bilimsel, akademik ve en ciddi açıdan bu yönde ne
yapıldı, ne yapılmadı? Makedonya’da Osmanlı’dan önce yerleşen Türk kavim, boy,
aşiret, kabile ve toplulukların buralara yerleşme kronolojisi mesela yapılsa ne
güzel olur, ancak bundan yoksun kalmakla yetineceğiz bir süre. Bilgi
eksikliklerimiz yanısıra bazı verilere sahip olduğumuzu da belirtelim. Makedonya’ya,
ve daha geniş Balkan coğrafyasına Osmanlı’dan önce yerleşen Türk milletlerinin
isimlerinin çoğunu sayabiliriz: Peçenekler, Kumanlar (yani Kıpçaklar), Vardar
Türkleri (Vardariotlar), Gagauzlar (Gökoğuzlar), Kalaçlar, Kaçarlar, Çakarlar,
Başkurtlar, Hazarlar, Oğuzlar, Avarlar, Hunlar, Proto-Bulgarlar, v.s. Tüm
bunlar farklı inançlarla gelip (çoğunlukta Tengricilik olmak üzere), yeni
inançlar kabul etmişlerdir.Tabi ki Bizans tarafından Hıristiyanlaşma en yoğun
olmuştur, ama Katolikleştirme çabaları da küçümsenmemeli. Tengrici, Şaman,
Hıristiyan, Yahudi, Budist, İslam, yani hangi inançlara sahip oldularsa
olsunlar, ben burada sadece etnik açıdan konuyu irdeliyorum.
En kadim zamanlardan atayurdumuz Kuzeydoğu Asya’dan
başlayarak Türk milletinden kalan en tipik izler şüphesiz ki damgalarımızdır.
Damgalar Makedonya dağ ve kayalıklarında oyulmuş veya çizilmiş şekilde
rastlandığı az bilinir. Makedonya’nın akademik bilim zirve otoritelerinden
sayılan Blaga Aleksova, Makedonya’da Hıristiyanlığın
başlangıcını konu eden bilim araştırması olan “Bregalniça Piskoposluğu” („Епископијата
на Брегалница“) adlı bilim eserinde şunları yazmaktadır: “Artamonov’a göre, bu epigrafik
anıtların alfabesi Yünanca değil, 7.-8. yüzyıldan kalan Orhun-Türk yazıtlarına
yakın”; “Yünan yazısının kullanımı yanısıra aynı zamanda türlü “tamgalar” ve
bir çeşit runik yazısı kullanılıyordu, ki İ.Goşev bunun 6.-8. yüzyıldaki Orhun-Yenisey
Türk yazıtlarıyla ortak birşeyleri var mıydı diye kendine sormaktadır”. Blaga
Aleksova bu kitabında “Türkmenler”, “gizemli işaretler” diye
adlandırdığı “tamgalar”, “Türkçe runikler” ve buna benzer ibareler ve tabirler kullanmadan
geçemiyor. (Blaga Aleksova: “Bregalniça Piskoposluğu: Makedonya’da
ilk Islav kilise ve kültür-eğitim merkezi”, sayfa 112, Makedonca, Pirlepe,
1989, Eskislav Kültürünü Araştırma Enstitüsünün özel yayını).
Osmanlı öncesi Balkanlarda en yaygın ve en güçlü
Türklerden olan Peçeneklerin İstanbulu bile kuşatma altına aldığı bilinmekte
(bu kuşatma sırasında aynı zamanda doğudan Selçuklular Peçeneklere destek
oluyor ancak kuşatma başarısızlıkla sonuçlanıyor). Bizans Peçenekleri en büyük
tehlike olarak görüyor. Ortak Peçenek-Kuman devleti olan Deşt-i Kıpçak orduları
güneye inmeye başlayınca ve Konstantiniyye’nin düşmesine sebep olabileceklerini
anlayan Bizanslılar bu ilerlemeyi durdurmak amacıyla pek kurnazca bir yola
başvuruyorlar. Kumanlar’a “Peçenekler sizi yok etmek istiyor” haberini gönderip
aralarına fitne ve iftira sokarak ilişkilerini bozuyor ve Kumanlar bir gecede
Peçeneklere baskın yaparak çoğunu yok ediyor, ve nihayetinde çok büyük ve çok
güçlü olan Deşt-i Kıpçak devleti tarihe karışıyor.
Bir misal daha: Makedonya’nın Katlanova yerindeki eski
Makedon mezarlıklarında mezarların bir kısmında Haç dikilmiş, ancak
diğerlerinde haç yok. Bunlar acaba Hıristiyanlığı kabul etmeyen ve Tengri
inancında kalan eski Makedonya Türkleri değil miydi?
Çok geniş, kapsamlı ve mühim bir konudur bu. Ben şu
yazımda bu kadar becerebildim. Osmanlı öncesi Makedonya’daki Türklük bilincinin
önemini öne çıkaran bir sanat tarihçisi olarak yazımı şu sözlerle
sonlandırıyorum:
Ben tarihçi değilim, sadece karşılaştığım belge ve delilleri, öznel
fikirlerimi, olasılıkları ve varsayımları paylaştım. Hata ettiysem af ola!