Eli kalem tutan her zat bir nevi kutsallığa sahiptir. Abartmış olduğumu diyenler elbette ki çıkacak, ancak halk deyişimiz der ki: Konuşma cahille, olursun cahil.
O zaman, ne gibi bir kutsallık? Evrensel boyutta insanoğluna asil bir hizmetten
başka bir şey değildir yazıp çizerek iz bırakmak. Mertebesi yüksektir doğruyu
yazabilenin.
Tarih hafızasının diskontinuitesinin (yani kesintiye uğramasının) en büyük
düşmanı, süreğenliği ve devamlılığı sağlayan, yani evrensel hafızayı diri tutan yazılı
eserlerdir. Bunun yanısıra biz Türklerde bir de şifai, yani sözlü edebiyat da var ki
bu kültürümüzün zengin bir umman olduğunun göstergelerinden başka bir şey
değildir diyerek bu konuyu bir kenara bırakıyorum, çünkü bu yazımın konusu
edebiyat değil, genel bir kısa bakışla kalem erbabı olsa gerek. Bu zümre sırtında
büyük bir yük, yani tüm insanlığa karşı bir sorumluluk taşıyor.
Tarih boyunca vuku bulan hadiseler ile üretilen düşüncelerin kaybolup gitmesini
engelleyen, kalem erbabıdır. Bir milletin kimliğini oluşturan temel kilometre
taşlarından biridir yazı. Dünya tarihinin hafızasının silinmesini engelleyen ve
insanoğlunun geçmişine ışık tutan, kalem erbabından başkası değildir.
En eski bilinen yazı Sümerlerin icadıdır. Sümerlerden önce Çin, Farisi ve Hint'te
yazının varlığı veya yokluğu meçhuldur.
Sümer kil tabletlerinden sonra yazı, daha sofistike bir hal alıp,
Mısır papirusu, Bergama pergamenti ile Çin icadı olan kağıt üzerine uygulanmaya
başlar. Çinliler uzun süre kağıdın nasıl ağaçtan üretildiğini gizli tuttular ancak
erken Türk rönesansı dönemlerinde kağıdın yapımı Çinden Batıya doğru
taşınmıştır.
Kalem erbabı derken, kitap okumanın manevi ve kültürel kazanımları yanısıra
kağıdın bir de tıbbi olarak bir şifa kaynağı olduğu iddia ediliyor. Yani kitap
sayfalarını evirip çeviren okuyucu kağıdın saldığı havayı içine çekerek akciğerlerine
sağlık açısından fayda sağlamaktadır.
Türk'ün yazı serüveni, Orhun abidelerinin keşfiyle, Göktürk ve Uygur alfabelerine
bağlanmaktadır, bu konu uzman kişiler tarafından kesin olarak kabul görülmekte.
Ancak tamgaların sembolik dünyası ile kadim kaya tasvirlerimizin ne kadar eski
olduğu bir muammadır.
Avrupa uygarlğının temelini atan Türk kökenli Sümerlerdir. Nasıl mı? Avrupa
ilminin iddia ettiğine göre uygarlık, yazının kullanıma girmesiyle, yani yazılı
kültürle başlamıştır. İlk yazının kullanıldığı yer Sümer devleti, yani ilk bilinen yazı
çivi Sümer tabletleridir. Öyle ki Batı Avrupa başta olmak üzere, kendi uygarlığının
başlama noktası olarak Sümer kültürünü sahiplenmiştir. Yani, buna göre,
Avrupa'nın uygarlığı Türklerle başlamıştır.
Sümer dilinin, Türk dilinin bir kolu ve evresi olduğunu bilim çoktan ispatlamıştır.
Atatürk bu yoldaki çalışmalara büyük önem vermiştir. Bilge doayenimiz ünlü
sümerolog Muazzez İlmiye Çığ son noktayı koymuştur. Sümerlerin Türk olup
olmadığı artık tartışma konusu değildir. Mesela Kudüs, yani uluslararası ve eski
İbranice olmak üzere Cerusalem ismiyle bilinir. Bu ismin etimolojisi yani kökeni
şöyle: Ceru-yerleşim yeri, Salem ise Tunç devri bir ilah ismidir. Bu şehrin temelini
atanların tam olarak kim olduğu hala kesin olarak bilimsel kanıtlanmış değildir.
Ancak Sümerler olduğu muhtemeldir. Kudüs ile eski Arapça kelimesi olan
kudsiyyet kelimesiyle bağlantı kurmak nesnelliğe aykırı değildir. Bunun yanısıra
kudsiyet ile özbeöz Türk kelimesi olan kut arasındaki bağ da düşündürücü ve
celbedicidir.
Taş üzerine yazı yazma geleneğimizi başka bir fırsatta ele almayı uygun buldum.
Bu sefer kaleme odaklandım. Hangi dilde olursa olsun, tüm kalem erbabına selam
ola!