Saturday, November 11, 2023

GÜNEŞ İLE SU

Kendime sıkça soruyorum

Hayatın asıl kaynağı su mu

yoksa güneş mi


kendim kendime

cevap veriyorum

derken

cevap yokluktan parıltıladı

hem de tam tan ağartısında


akan sular durur

akıl durur

güneş ise durur ve saçar


ikinci bir soru beliriverdi

şiirimin tam bu dizesinde

acaba su, güneşi söndürebilir mi


asla,

güneş ile su birbirinin dostudur

güneşin içinde su var

su ise güneşe bakar


güneş sudur bazen

su ise akan güneş


devingendir herşey

bazen yavaşça ve ağır

bazen hızlı mı hızlı

kimisi son sürat


senli­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­-benli duyumsamalar

alıverir ruhu

götürür ötelere


samimi bir ufacık muhabbet tadı

bedeldir binbir kahkahaya

doğar çünkü o zaman binbir

su gibi akan güneş

Tuesday, October 17, 2023

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI

Haberiniz olsun, Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır. Ama bu defa (Ukrayna ve Filistin ile Gaze hariç) psikolojik katmanlarda. Bayağı karmaşık bir durum ve  küresel vaziyet. Dinler mi savaşıyor, yoksa milletler mi? İnsanların kafaları, bu istihbari savaştan dolayı çok karışık. Benim düşünceme göre, gezegenimizin nüfusu bireysel düzeyde kimlik arayışında. Bu arayışın sebebi ise, toplumsal ile bireysel olarak teknolojinin pek hızlı haberleşme imkanlarının doğurduğu yepyeni bir dünyanın vücut bulması.

Tabii ki her normal düşünen bireyin temennisi barıştan ibaret, bunu  söyelemeye bile gerek yok. Lakin insanlık tarihi her zaman evrimci değişimlerden, devrimci dönemeçlerden geçmesi evrensel bir kanun olsa gerek. Yaşadığımız zaman işte böyle bir zaman. Ümit ederiz ki bir an önce bu küresel sancılar ve meşakatli yollar iyiliğin iradesiyle çabuk son bulur ve azami boyutlara ulaşmaz ve lokal, yani yöresel çatışmalarla uzun sürecek bir glübal barışçıl devire girmiş olur. An itibariyle Yüce Yaradan beterinden korusun demek kalıyor her aklını kullanana. Kitleler, güç odaklarının umurularında bile değil. Bu odaklar çıkar ve kazanç peşinde ve uğrunda makiyavelist davranıyor, olan suçsuzlara oluyor.

Umudumuz o yönde ki "Kıyamet alametlerini yaşıyoruz" söyelenceleri abeste iştigal. İnşallah bu dönem, sadace, yüz yılda bir insanoğlunun kaçınılmaz olarak geçirdiği çalkantılı zaman diliminden ibarettir ki bu defa bizim neslimize denk gelmiş.

Winston Churchill diyor ki: "Dış siyasette dostluk yoktur, sadece menfaat vardır". İşte bahsettiğim güç odakları maalesef böyle düşünüyor. Ancak, kanımca, çıkar ve menfaat düşünmeksizin, devletleri idare edenlerin içinde filantropi, kosmopolitizim ve evrensellik galip gelir. İnsanoğlu tek ağaçtır, milletler ve dinler ise bu tek ağacın dalları, yaprakları ve çiçekleridir. Apokaliptik boyutlara ulaştırabilecek senaryoların varlığı ümit ederiz ki son bulur.

Yaralar diner, zulum ise kayba uğrar dilekleriyle selam ve saygılarımı sunarım.

Monday, September 11, 2023

ANTİ-HİLAL

Biz Makedonya Türkleri olarak şu gerçeği hiç unutmamalı, hatta sıkça hatırlatıp gündemde tutmaya çalışmamız gerekir. Tabii bu benim kanımın muhattabı, Makedonya Türkleri’nin bekasını dert edinenlerdir. Hangi gerçek? Bunu kısaca ve basit şekilde şöyle izah edebilirim: Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı, bugün Makedonya devleti diye bir şey olmazdı. Tabii ki vefa beklememiz pek doğal. Ancak, gerçekçi olmamız, vefa beklemekten çok daha önemli. Daha yeni genç kuşaklar geçen asrın doksanlı yılların başlarında olanları bilmeyebilir, bu yüzden küçük ama önemli bir hatırlatma: Yeni Makedonya Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlarını kazandığı yıllarda, tüm komşu devletler ülkeyi abluka altına almışlardı. Bir tek, sadece Türkiye’den gelen yardımlar sayesinde bu devlet ve halkı hayatta kalabildi. Aksi takdirde, Makedonya haritadan silinecekti. Bundan dolayı olsa gerek, bugün Makedonya Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler en üst düzeyde ve şimdilik gayet iyimser. Karşılıklı münasebetlerimiz pek çok alanda olumlu gelişemeler kaydediyor. Bir Makedonya Türk’ü olarak tüm bu yukarıda yazdıklarımdan ötürü kendimim onurlu, gururlu ve memnun hissediyorum.

Gerçekçi olmamızla ne kastettim? Din ve ırk farklılıklarımızın, bu olumlu ilişkileri zedeleme ihtimalinin mevcudiyetini etkileyebilir olasılığı olsa gerek. Ayrıca Avrupa Birliği’nin, ve de Dünya çapındaki Anti-hilal güç odakları Makedonya siyasetini etkileyerek, aramızdaki pek dostane ilişkilerimizi sekteye uğratma gayret ve niyetleri, Avrupa’daki Kutsal kitabımızı dünya kamuoyunun gözleri önünde ard arda yakılması eylemleriyle doğru orantılı olabileceğini göze almakta yarar var. Çünkü olası bir durumda vatanımız Makedonya ile anavatanımız Türkiye arasındaki ilişkilerin kötü bir hal almaları en başta biz yerli burada yaşayan Makedonya Türklerini etkiler, varoluşumuz ağırlaşır.

Gelgelelim yazımın başlığına.

“Anti-hilal” da nerden çıktı diyebilir kimisi. Dünyadaki Türk ve İslam düşmanlığını farketmemek ve görmemezlikten gelmek için kör ve sağır olmak gerekir. Ancak karamsarlığa kapılmaya hiç gerek yok, bizi sayan ve sevenler de az değil. Değerimizi bilen ve saygılayan kadirşinas otoriteler dahi mevcut dünya çapında. “Anti-hilal” güç odaklarının varlığı, daha doğrusu faaliyetleri yeni Haçlı ittifakların (alenen veya gizli) peyda olmasına doğru yol alan bir çizgi izleyebilir. Şu bahsettiğim Anti-hilal’cılar, Makedonya’nın hala süregelen, bir sistemden başka bir sisteme tranzisyonu, yani geçiş sancılarını suistimal ederek ve fırsat bularak bu iki milletin, ve bu iki devletin arasını bozma gayretleriyle karşı karşıya kalma olasılığı kanımca pek küçümsenecek değil.

Hilal kelimesinin menşeği hakkında pek malumatım yok. Ancak hem Türk sembolü, hem de İslam sembolü olarak özdeşleşmiştir. Bu yüzdendir ki Türklere boşuna İslamın kalemi-kılıcı denmemiştir. Bin yıllık İslam geçmişimizi, bin yıllık mazimizi red edemeyiz. Aksine, evvela eleştirel bir gözle bu dönemi irdeleyip, iyisiyle, kötüsüyle analiz ederek, tüm tarihimizle, ister İslam öncesi dönemleri, ister İslam dönemi, tarihimizle barışma yollarını aramak gerek ki geleceğimiz sağlam temellere dayansın.

100 000 civarındaki biz yerli Makedonya Türk nüfusuna haklar verilmiş gibi görünebilir, ancak düşünceme göre biz hak ettiğimizi alamıyoruz. Pek azımız verilen kemiklerle susturuluyor. Bu yüzden, Karl Marx’ın dediği gibi, haklar verilmez, alınır. Evrensel bir kural var: her aksiyon, reaksiyon-tepki doğurur. Ülkemizin Türk varlığı, maddi ve manevi açıdan, bu badireleri atlatacak, en az 300 milyon nüfuslu tüm Türk dünyası keza. Yolumuz açık olsun, uğurlar ola!

Monday, August 28, 2023

YENİ DÜNYA DÜZENİ

 

Artık iyice post new-age eraya adım attık. Büyük yenilikler ve değişimler kaçınılmaz, bunun farkında olmayan bi-habersizler, kısır döngu içinde dolanıp bir evrim süreci olan hayata ayak uydurmayıp bir yerde takılıp kalacaklar, fikrindeyim. Bu yüzden, insan hayat boyunca, son nefesine kadar bir şeyler öğrenir. Hayatın bu gerçeğini kabul edip yaşamın evre evre bir ileriye doğru gelişme süreci olduğunu akla alarak manen büyümeye gayret sarfetmeli.

Peki bunun yeni dünya düzeni  ile ne ilgisi var diyecektir belki kimisi. İşte tam da yeni dünya duzeni konusu iki açıdan yukarıda yazdıklarımla ilintili. Birincisi, insanın doğuştan beri hayat boyu taşıdığı bir fıtrat özelliğini kimse yadsıyamaz, o ise zaman geçtikçe hep yeni ve yeni şeylerden ihtiyaç duymasıdır. Bir insan hayatının evrimi, tabi ki beraberinde yenilikler peşinde yürümesini getirir. İkincisi, küresel çapta tarih boyunca dönem dönem türlü krizler yaşamasıdır. Bu krizler, ancak yeni dünya düzenlerin sağlam oturuşuyla atlatılır.

“Yeni Dünya Düzeni” kaçınılmaz, ancak ona kazasız, belasız, sancısız ulaşmamız elbette ki arzu edilir. Ne var ki, sancısız bebek doğmaz. Lokal savaşlar olsa bile, dünyayı sarsacak nuklleer çatışkılar sağduyu tarafından yaşanmasına izin verlmez ümidindeyim. Yerel savaşların yanısıra, bu yeni dünya düzenine tranzisyonumuz, büyük güçlerin çıkar/ilgi alanlarını genişleme iştahlarıyla geçecek (ekomomik, siyasal, bilimsel, kültürsel v.b.). Bu yeni bir huzur dönemine sancılı geçiş, zaten başlamış bulunmakta kovid, pahalılık. ve saire.

Günümüz güncel gelişmelere gelince, en büyük sorun, artan dünya nüfusu. Ancak bunu `türlü gayri ahlaki yollarla yapmak ne kadar etik? Birçok söylenceye göre her yüz yılda bir, dünya savaşı, herhangi bir büyük afet veya ölümcül hastalıkların salgını oluveriyormuş, yazılmamış kanun olarak. Şimdi de tüm insanlık buna şahid, televizyonlarınızı açmanız yeter.

“Yeni Dünya Düzeni”nı bu oturtma süreci, buyuk balık küçük balığı yer mantığına dayanırsa eğer, Cihanın temel taşları bence dünyayı deviyasyonlu bir gelişme yoluna götürür, çünkü bu dunyada her küçük devlet ve milletlerin olası yokoluşu, dünyanın birer renk kaybı olur, ki gezegenimizdeki hayatı genel kolorit açısından fakirleştirir, bu da her herkesin zararınadır. Farklılık zenginliktir.

Asıl çözülmesi gereken mesele, kanımca, gelir dağılımındaki adaletsızliği gidermek olsa gerek. Hazreti Suleymanın yeniden adaleti, yani teraziyi tartmasına ihtiyaç duyuluyor gibime geliyor. Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in bir sözünü hatırlatayım: Benden önceki peygamberlere iman etmeyen biri, bana da iman etmemiş olur.

Babam İlhami Eminden duyduğum şu sözlerini aktarararak yazımı sonlandırıyorum: “Ünlü Amerikan fiilm yönetmeni Orson Wellsin , Fransız kahini Nostradamus’u konu eden filminde, bu zatın hayat hikayesini ve kehanetlerini gorseller eşliğinde anlattıktan sonra, filmini şöyle bütünlüyor: Nostradamusa göre Napolyon ve Hitlerden sonra üçüncü bir Deccal gelecek ve Roma, Parıs, Londra v.b. güzel şehirleri yokedecek. Ondan sonra Kuzeyde, iki güç anlaşıp bir olacak ve bu Deccalı yok edecek. Bunu söyledikten sonra Orson Welles, Nostradamusu araya koymadan, kendi yorumunu söylüyor: Bu iki güç Amerika ve Rusya olacak ve Kuzeyde birleşerek Deccalı yok edecek, ve bundan sonra bin yıl barış yaşanacak. Ben de soruyorum: Ya Deccal kim?